Sözcük kulelerini sırasıyla dizmeye çalıştığım zamanlardan biriydi boylumlama.
Hayata oturma grubunu kurduğunda bir şeylerden kaçabileceğini sanmıştı. Belki de kendince yanılmamıştı ama bunun kendisinin kurduğu kocaman bir rüya olduğunu da anlaması geç olmayacaktı. Biri bir yerden bir soytarı gibi çıkıp onu uyandıracaktı. Sonra başka bir rüya başlayacaktı. Ya bu çemberin içinde ya da dışında olacaktı. E dışarıda başka çemberler yok muydu? Güldüm, kaçacak bir yeri yoktu. Her şey ortadaydı işte. Mutlak gerçek, bir sivrisinek gibi yapışmıştı vücuduna. Kanını emip duruyordu. Sineği öldürmeye bile mecali yoktu. Gerçekliğin zehri vücuduna girip, onu teslim aldığından beri sarhoş gibiydi.
Hayalleri, düşleri, umutları ne varsa elinden gidecek sandı ilk başta. Bir öğretmen bulmaya karar verdi. Gerçeği ve hayali birbirinden nasıl ayırt etmesi gerektiğini öğretecek biri olmalıydı mutlaka. Ama baktı ki böyle biri yoktu etrafında. Sonra çekmecesinden makas almak için dolabına doğru yürürken aynanın önünden geçmek zorunda kaldı. Bir an kendisiyle göz göze geldiğinde makasa gerek kalmadığını anladı. Oturdular önce karşılıklı. cesaret bulup da hiçbir söz etmediler. Kimin, ne için soru sorması gerektiğini bilemediler. Aynanın öbür tarafındaki korktu önce. “ ya kandırırsa beni “ diye. Ama gerçeğini yansıtıyordu, hayalleri de kendisiydi. Anladı ki kendisinden başka kimse öğretmen olamazdı ona.
Bizler, rüyanın gerçeği anlayamamasının en mükemmel örnekleriyiz.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder