24 Ocak 2010 Pazar

Yaşasın yemek yemek!

Yemek yemenin hayatımdaki yeri tartışmasız en güzel yerinde. Ve ben de en güzel çağındayım. Her insan yemek yemeyi sever derseniz de yanılırsınız. Her insan benim gibi iştahlı yiyemez. İştahlı insanlara bayılırım. Çoğu insanın da benimle birlikte yemek yerken iştahı açılır.

Bazı zamanlar bu durumdan muzdarip oluyorum ama kendimi bundan alıkoyamıyorum. Bazen hayatımda olan insanlar bu duruma müdahale ediyorlar. İnanın ki çok mutsuz oluyorum. Yediğimden ne bir haz ne de bir tat alabiliyorum. Kısıtlanmak ruhuma ters. Yerin dibine giriyorum. Utançtan değil haaa, mutsuzluktan.

Gerçi "iştahım yok, yemek yiyemeyeceğim sanırım" diyen insanlara da gıpta ile bakarım. Böyle bir durumla ben karşılaşamıyorum. Çok özeniyorum. Her daim yemek borumdan bir şeyler geçirebilme kapasitesine sahibim.

Yaşasın yemek yemek!

Üç'ün Büyüsü

bazı eski hikayeler “ yıl dokuz yüz bilmem kaç “ diye başlardı. benim hikayem üç ile başlıyordu. neden mi? üç ay boyunca geceleri hiç uyumamışım. üç yaşıma geldiğimde duvarlar benim için basamak olmuş. ilkokul üçüncü sınıfa geldiğimde çarpım tablosunu üçüncülükle ezberlemişim. orta üçe geldiğimde ise lisenin heyecanı basmış beni. bu heyecanın içinde bir bakmışım, liseden de mezun olmuşum.

önüme yalnızca üç seçenekli hayaller konulmuş. her üç şeyden birini seçmek kaderim olmuş. allah’ın hakkı bile üç. dört çok fazla. müslümanlar için ise üç büyük savaş vardır. yahudiler de üçün büyüsüne inanır. benim büyüm kendime. birileri “ saat üç, ayaktasın yine, ne yazıyorsun kara kara “ diye şarkı yazmış. bak neler yazıyorum. birileri filmler çekmiş: üç renk – beyaz, kırmızı, mavi diye. ben hala ağzımdaki sakızı çekiştiriyorum. yaşar kemal üç anadolu efsanesi diye destansı bir roman yazmış. anlatmış burada köroğlu’nu, karacaoğlu’nu ve algeyik’i. ben hala kendimi anlatmaya çalışıyorum.

üçü bir araya getirip asal en küçük tek sayıyı da yapmışlar. ama bakma tek sayı olduğuna, çoğuldur benim ruhuma. her şeyin üç evresi vardır, üç boyutlu alem içinde. örneğin hayatın: giriş, gelişme ve sonuç. bir garip öğrenci için ise vize, final, bütünleme. hayat ne garip vapurlar falan demeyeceğim. garip olan hissettiklerimiz. bak şimdi elektrikli bir aletin üç kademeli olduğunu düşünüyorum. yolları görüyorsunuzdur, hep üç şeritli. dördüncüye girmek yasak. mesela üçün biraz buçuklusu tehlike demektir. kimse üç buçuk atmasın. ama gece üç – beş nöbetlerinde, komutanı görünce, zuladan sigarayı içerken üç mermi sallardık gecenin üçünde karanlığa.

bir de üç kenarın bir araya gelmesiyle oluşan bir geometrik şekil var: üçgen. kahve falının atlanmaz klişesi olmuş. artık siz tahmin edin. üç vakte kadar bu üçlü aşka bir son vermenin zamanı gelmiş demiş birileri. iyi de demiş. üç kişilik bir aşka yer yok bu dünyada. sonunu getiremediğim düşüncelerimin sonuna noktalama işareti olmuş. bazen içimden üç boyutlu sesler duyuyorum, dışarıdan duymam gerekirken. yazmayı unutuyordum.

modern folk üçlüsü diye bir grup ve muhteşem üçlüler olarak anılan birileri varmış bir yerlerde unutulan: metin, ali, feyyaz.

şimdi buraya mecburi bir sonuç yazmam gerekiyor ama yazmıyorum. küçük iskender ne demiş: “suçumuz, bir bardak suda okyanus görmek!”

Yoksunluk

Çok karamsar bir giriş gerçekleştirsem de aslında o kadar da karamsar bir yapım yoktur. Eğlenceli, neşeli bir insan olarak maskelerimi takıp dolaşırım. Ee bu da doğal olarak beni karamsar göstermez. Yalnız gözlerime bakabilenler anlar içimdekileri.

Velâkin ben de yıllardır içimde bir şeyleri birikip de ne olduğunu anlayamamaya başladığım şu son dönemlerde, böyle bir duygunun varlığını da ruhumda hissettiğim kadar bedenimde de hissetmeye başladım. Geçmiyor, geçiremiyorum. Bi' eksiklik ki sormayın gitsin.

Dolu dolu yaşadığım duyguların şimdilerde olmaması, sırf onda gördüm diye bir kelimenin sonuna koyduğum virgülün bile bir şey ifade etmemesi ve artık içimde olmaması bu duyguyu büyütüyor da büyütüyor, beni başka yönlere çekmeden edemiyor. Durduramıyorum. Gerçi benden başka kimse de bu olayın gidişatına yön veremiyor ama insan bir yardım da beklemeden edemiyor.

Soluksuz geliyor söylenenler. Sessiz geliyor anlatılanlar. Seslerini açmaya çalışıyorum ama yine de duyuramıyorum kendime. Mânâsız bir kaç sözcük etmekten öteye geçemiyorlar. Ama suçlu değiller. Hiç olmadılar da. Ben elmayı seviyorum diye onların da elmayı sevmesi gerekmiyor. Yalnızca kendi içimdeki yoksunluğumla bir kez daha başbaşa kalıyor, kendimi kaybediyorum.

Önüme hayaller koyuyordum bir zamanlar. Bulunduğum zamandan anlık uzaklaşıp orada dolaşırdım. Biraz olsun kaçışlarım oluyordu. Ne zaman ki birini de yanımda götürdüm. Artık daha gidemiyorum. Çünkü o da yoksunluğum oldu. Bu yoksunluğu büyütmek istemiyorum.

Ben bundan ibaret değilim. Devamım var...